SARI: “BİR ASIR ÖNCE DOĞAN BAŞBUĞUMUZA SEVGİMİZ HİÇ AZALMADI”

SARI: “BİR ASIR ÖNCE DOĞAN BAŞBUĞUMUZA SEVGİMİZ HİÇ AZALMADI”

SARI: “BİR ASIR ÖNCE DOĞAN BAŞBUĞUMUZA SEVGİMİZ HİÇ AZALMADI”
Amasya Belediye Başkanı Mehmet Sarı, 103’üncü yaş gününde Cennet Mekan Başbuğumuz Alparslan Türkeş’i rahmet ve minnetle yad ediyorum” dedi.

Başkan Sarı mesajında; “Milliyetçi Hareket Partisi Kurucu Genel Başkanımız Cennet Mekan Başbuğumuz Alparslan Türkeş beyi 103’üncü yaş gününde rahmet ve minnetle anıyorum. Türk milleti fedakarlık numunesi, fikir ve aksiyon hamulesi büyük liderlere çok şey borçludur. Hamd olsun Türk tarihi bu kapsamda çok zengindir. Elbette büyük liderler mücadelemizin rehberi, büyük fikirler uyanışımızın, toparlanışımızın, birlik ve beraberliğimizin harcı ve haddidir. Liderler vardır, yaşadıkları zamanın dışına taşarlar. Liderler vardır, yaşanan destanları bizzat yazarlar. Yine liderler vardır, dünya döndükçe, insanlık var oldukça unutulmazlar, tarihteki muhkem ve mutlak yerlerini alırlar. İşte Başbuğumuz böyle bir liderdir. Tam bir asır önce, 25 Kasım 1917’de Lefkoşe’de başlayan kutlu bir ömür 80 yılı devirerek 4 Nisan 1997’de Ankara’da son bulmuştu. Türkeş Bey Türklüğün vicdanında doğmuş, İslam’ın sancağından tutmuştu. Araladığı üçüncü yol, açtığı ülkücü çığır Türk milletinin özünü kavramış, milli ömürleri kapsamış, milli heyecan ve arzuları bir şuurda toplamıştır. Bu şuur ki; Bilge Kağan’dan Alparslan’a ulaşan dik duruş, Osman Gazi’den Fatih’e ulaşan kutlu diriliş, Kanuni’den Mustafa Kemal’e ulaşan kalıcı silkiniş, Tonyukuk’tan Uluğ Bey’e ulaşan kişilikli uyanış, Farabi’den İbn-i Sina’ya ulaşan ilkeli tırmanış, Kaşgarlı Mahmut’tan Ali Şir Nevai’ye ulaşan iffetli kanatlanış, Yusuf Has Hacip’ten Şeyh Edebali’ye ulaşan ülfetli şahlanış, Pir-i Türkistan’ndan Hacı Bektaş’a ulaşan ihlaslı ayaklanış, Fuzuli’den Aşık Veysel’e ulaşan kendine dönüş, Mevlana’dan Yunus’a ulaşan öze dokunuş, Dedem Korkut’tan Karacaoğlan’a ulaşan satır satır oluş, Vahapzade’den Şehriyar’a ulaşan dize dize büyüyüş, Nene Hatun’dan Seyit Onbaşı’ya ulaşan kademe kademe yürüyüştür. Bu şuur ki; İsmail Gaspıralı’dan Yusuf Akçura’ya, Mehmet Akif’ten Ziya Gökalp’e, Mümtaz Turhan’dan Erol Güngör’e, Hüseyin Nihal Atsız’dan Ahmet Arvasi’ye, Arif Nihat Asya’dan Galip Erdem’e kadar dalga dalga yükselen doğruluş, Dündar Taşer’den Mehmet Eröz’e, Osman Turan’dan Necmettin Hacıeminoğlu’na, Osman Yüksel Serdengeçti’den Halide Nusret Hanım’a, Ömer Seyfettin’den İbrahim Kafesoğlu’na kadar yayından ok gibi fırlayan okuyuş, düşünüş, kavrayış ve kucaklayıştır. Nitekim bu şuur; Türk ile İslam’ı fikir ve eylemde yoğunlaştırmış, hayal ve hedefte yoğurmuş, arşın çatısına, alemlerin bağrına, beşeriyetin alnına Ülkücü’yü asla silinmeyecek şekilde kazımıştır. Kahraman bir nesil özellikle 12 Eylül öncesi bu şuuru yaşatmak için şehadet şerbetinden içmiştir. Şehitler önümüze düştü, Başbuğumuz ömür verdi, ecdadımız özümüze girdi, tarihimiz gücümüze güç ekledi; çok şükür bugünlere gelebildik. Başbuğumuz diyordu ki: “Fikir, ülkü ve dava bakımından en güçlüyüz. En asil fikirler bizim fikirlerimizdir. En meşru, en haklı dava bizim davamızdır.” Haklı olan Hakk’ın yolundadır. Hakk’ın safında duran, halkın yanında olandır. Milliyetçi-Ülkücü Hareket asildir, Hak davasının, milli ülkülerin, millet varlığının teslim olmayacak, teslim alınamayacak sancaktarıdır. Bu nedenle davamız dosdoğrudur. Davamız tertemizdir. Davamız Türklüğün, Türk-İslam ruhunun gelecek ümididir. Şayet bugün varsak, şayet bugün nefes alıyorsak, şayet bugün vatan, millet, mukaddesat ve mukadderatımız için gözümüzü daldan budaktan esirgemeyecek bir kararlılığa sahipsek bunun temelinde şehidin şühedanın payı, Elbette Başbuğ Türkeş Bey’in üstün, sabırlı, inançlı, akıl ve mücadele dolu hayatının derin iz ve akisleri vardır. Vefatının üzerinden 23 yıl, doğumunun üzerinden de bir asır geçmesine rağmen, Türkeş Bey’e sevgimiz, bağlılığımız hiç azalmadı. Gelişmeler onu hep haklı çıkardı. Vizyonu her zaman hayranlık uyandırdı. Onda geniş bir ufuk vardı. İleriyi görme kabiliyeti şahsında temerküz etmişti. Türkiye’nin umutsuzluğa kapıldığı bir dönemde, 9 Işık doktriniyle karanlığı yardı, karamsarlığı aştı, siyasi ve fikri düzeydeki karaborsa mantığını, karambolden beslenen kirli emelleri yıktı geçti. Dedi ki: “Milliyetçisiyiz, Türkçüsüyüz. Neden Türkçüyüz? Çünkü milletimiz Türk milletidir.” Herkes duysun ve şahit olsun ki: Türk’üz, Türkçüyüz, Türk milliyetçisiyiz. Ülkücüyüz, son nefesimize kadar da Turancıyız. Şurası bir hakikattir ki, tarih milletlerin ortak hafızasıdır. Geçmişten geleceğe akan zamanın hülasasıdır. Gerçek anlamda büyük liderler; tarihin akışını etkilerler, tarihi önceden okurlar ve görürler, tarihe damgasını vururlar. Başbuğumuz; emsalsiz bir tarih şuuruna, ufkun ötesine bakma ve görme meziyetine sahipti. O’nu gerçek manada anmak, hatırasını yad etmek; O’nu doğru anlamaktan, ülküsünü, ideallerini ve fikirlerini bütünüyle korumaktan, eserlerine ve emanetine yüksek bir şuurla sahip çıkmaktan geçer. Bunun için ilk önce, yarım asrı aşkın destansı Türk milliyetçiliği mücadelesinin, her aşamasında hakim olan ortama, imkan ve şartlara bakmak gerekir. Başbuğ, Türk milliyetçiliği bayrağını, milliyetçiliğin tehlikeli bir akım olarak görülüp dışlandığı bir dönemde açmıştır. 1944’de tabutluklara sokulan, vatan hainliği ve ırkçılık olarak mahkum edilen Türk milliyetçiliğinin kaderi Başbuğ Türkeş’le değişmiştir. Türk milliyetçiliği ülküsünü sistemleştirerek aksiyon haline getirmiş, fikir sahasından siyaset sahnesine taşımış ve Türk milliyetçiliği Milliyetçi Hareket Partisi’yle, tarihte ilk defa bir partinin programı ve dünya görüşü olmuştur. Hücrelerde, demir parmaklıklar arkasında unutturulmaya ve sindirilmeye çalışılan bu dava, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ve hükümet ortaklıklarıyla Türkiye’nin yönetimine taşınmıştır. Başbuğumuz; uzun yolculukta, Türklüğü ve Müslümanlığı Anadolu’ya yayan Horasan erenleri gibi, Türk milliyetçiliği ülküsünün Anadolu’da kök salması için adeta insanüstü bir gayretle çalışmıştır. Nitekim Türk milliyetçiliği, tüm yurt köşelerine bu sayede yayılmış, Türk gençlerinin vicdanında ilmek ilmek işlenerek kök salmıştır. Bizzat kendi ifadesiyle “Milliyetçi-Ülkücü Hareket, büyük ve güçlü Türkiye’nin mimarı olarak doğmuş ve gelişmiştir.” Tarih birçok konuda Başbuğ Türkeş Beyi haklı çıkarmıştır. Buna, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Azerbaycan’da, merhum Ebulfeyz Elçibey’le birlikte kürsüde Bozkurt işaretiyle selamladıkları, Azatlık meydanında bağımsızlık coşkusu yaşayan yüzbinler şahittir. Buna, bağımsız devletler olarak tarih sahnesine çıkan Türk Cumhuriyetleri şahittir. Tanrı Dağı, Ötüken, Orhun ırmağı, Issık gölü, Türkistan ovaları, Ural-Altay dağları, Başbuğun öngördüğü bu tarihi dönüşümün sessiz şahitleridir. Buna; İran Azerbaycan’ında, Kerkük, Musul, Tuzhurmatu ve Telafer’de soydaşlarımız şahit olmuşlardır. Balkanlarda bağımsız devletlerini kuran Makedonya ve Kosova’daki Türklük heyecanı şahitlik etmiştir. Başbuğ Türkeş’in Türk dünyasında estirdiği umut rüzgarları; Semerkant, Horasan, Kazan, Tebriz, Üsküp, Kerkük, Bayırbucak, Kırım, Kosova, Hocalı, Saraybosna ve Kafkaslarda hala hissedilmektedir. Diyorum ki, Allah ondan razı olsun, mekanı da cennet olsun. Merhum Başbuğumuz, Türklüğe yürekten inanmış, gönülden bağlanmıştı. İslam’ın feyziyle bereketlenmiş, ruhen billurlaşmıştı. Ülküleri uğruna, ülkesi ve ilkeleri adına her türlü meşakkati göze almıştı. Çelikten bir iradesi vardı. Sarsılmaz bir azmiyle önündeki tüm engelleri birer birer aşarak Türk milliyetçiliğini siyasal zemine indirmiş, Anadolu’nun tozlu yollarına bir sevdayla düşmüştü. Yetiştirip emanet ettiği Ülkücü Gençlik için son anına kadar emek verdi, geleceğin Ülkücü ömürleri için çaba sarf etti. Türklüğün muzafferliğine umut bağladı. Ahlaki çizgisini hiç bozmadı. Mücadelesini hiç gevşetmedi, yılgınlığa hiç kapılmadı. Bin yıllık kardeşliğe inandı, bunun için savaştı. Her neviden saldırıları göğüsledi, iftira ve isnatlara boyun eğmedi. Ülkücü yaşadı, ülkücü kaldı, ülküleriyle ebediyete irtihal etti. Doğduğunda parçalanan, her yerinden sökülen, her tarafından paylaşılan bir imparatorluk vardı. Vefatında ise bağımsız bir Türk devletinin, güçlü ve kaderine bizzat kendi yön veren Türkiye Cumhuriyeti’nin onuru maneviyatına hâkimdi. Devlet ve siyaset hayatında ilkelerinden ve inançlarından ödün vermedi. Ne mutlu ona ki, Türk-İslam ülküsünün mektebi olan Ülkü Ocakları ve milleti için her görev ve fedakârlığa hazır Milliyetçi Hareket Partisi onun ölmez eserleri arasındadır. Bu vesile ile ülkemize kazandırdığı değerler için cennet mekan başbuğumuza minnet ve şükran duygularımı sunuyor, 103. Yaş gününde aziz hatıraları önünde eğiliyorum. Ne Mutlu Türküm Diyene” dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir